van

13

BAYDEMİR'İN BU ÇIĞLIĞINI KİM DUYACAK

5Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Milliyet'ten Devrim Sevimay'a verdiği uzun soluklu söyleşi bugün de devam etti. Sevimay'a birbirinden çarpıcı tespitler yapan Baydemir, adeta içini döktü. Baydemir şöyle yakındı: "Askere sıkılan kurşun bana sıkılsın dedim, sahip çıkılmadı" İşte Baydemir'in tarihe not düşülecek sözleri: - 1 Eylül Barış Mitingi’nde çıkıp on binlerce Diyarbakırlıya “Kürt halkının bir evladı olarak askere sıkılacak kurşun bundan böyle bana sıkılsın” dediniz. Türkiye sizce yeteri kadar sahip çıktı mı o sözünüze? Kesinlikle sahip çıkılmadı. Hatta bir yerde yok sayıldı. Oysa en başta açılım sürecini başlatan hükümetin o söze sahip çıkması gerekiyordu. Doğrusu ben Türk aydınından da benzer bir feryadı duymayı bekledim, ancak oradan da tek bir ses geldi, Ahmet Altan. Onun dışında “Askere sıkılan kurşun bana sıkılsın” sözüne kim sahip çıktı biliyor musunuz? Meydandaki yüz bini aşkın Kürt. Ben o cümleyi söylediğim anda büyük bir coşkuyla alkışladılar. Bu da Kürt halkının savaşı ne kadar istemediğinin bariz ilanıydı. Ancak buna sahip çıkılmadı, bu el tutulmadı, bu haykırış duyulmadı. Yani sonuç olarak, 1 Eylül’de iyi bir şey söylediniz, kimse duymadı; 25 Aralık’ta kötü bir laf ettiniz tüm Türkiye konuştu. Üstelik 16 yıldır aktif olarak kamuoyunun önündeyim, ilk defa, ama ilk defa negatif bir üslup kullandım. Ama kabul ediyorsunuz değil mi, o üslubu öyle bir kullandınız ki 32 yıla bedel oldu. Çok sert bir üslup olduğunun bugün dahi farkındayım, bunda hiçbir tereddüdüm yok. İkincisi bu üslup siyasette kesinlikle bir tarz haline dönüşmemelidir. Üçüncüsü de bir daha böyle bir çığlığa yol açacak kadar bıçağın kemiğe dayandığı bir anı inşallah yaşamayız. Burada benim bir empati çağrım var hem Türk aydınına hem de aktif siyaset yapan herkese: Siz benim yerimde olsaydınız, beraber çalışmış olduğunuz mesai arkadaşlarınızın tamamı gözaltına alınsaydı ve kimi belediye başkanlarınızın evine kapısı kırılarak girilseydi ve bunlar kelepçelenip götürülseydi ve bunun adına da “açılım” denilseydi, bunun adına da “KCK operasyonu” denseydi Allah aşkına siz ne söylerdiniz? Bize ‘keklik olun’ diyorlar Yalnız bugüne kadar kaç böyle gözaltı gördü Türkiye, kimse sizinki gibi bir tepkiyi göstermedi... Benim oradaki isyanımın nedeni, esas mevzu şudur: Birimize şahin diyorlar, birimize güvercin. Ama ikimizin de kellesini kesiyorlar ve aslında burada güvercin falan da istemiyorlar; onlar keklik istiyorlar. Bize “Keklik olun” diyorlar. Kekliği bilirsiniz... Düz ovada avlarlar?.. Hem avlarlar hem de keklik bir diğer kekliğin avlanması için yem olarak kullanılır. Yapmayın ya, Allah aşkına yapmayın. Eğer siz bir Kürt siyasetçisini onursuzlaştırırsanız bunun size bir katkısı olmaz. Onursuzlaşan, kimliksizleşen bir birey hangi milletten olursa olsun kimseye hayrı kalmaz. Bırakın insanlar öz kimlikleriyle siyaset yapsınlar. O konuşmanızda “Devlet aklı” dediğiniz bu muydu? Devlet aklı; böl, parçala, yönet. Çok açık ve net. Ama bölerken de birbiriyle çatıştır. Beyaz-siyah yarat. Şahin-güvercin bile bir manipülasyondur. Onu dahi istemiyorlar, çünkü zaten işe ilk güvercinlerden başlıyorlar. Onlar halkına, değerlerine, mücadelesine ihanet eden bir “keklik kişiliği” yaratmak istiyorlar ve benim isyanım bunadır. Gözümün önünde iki kare vardı Eşiniz ne dedi o konuşmanızdan sonra? Bu soruyu sormaya gerek yok, bizim evde başkan Reyhan Hanım’dır ve egemenlik kayıtsız şartsız Reyhan Hanım’ındır. Ben onunla bu konularda hiç tartışmaya girmem bile, çünkü kesin ben zararlı çıkarım. Haberi yoktu değil mi böyle bir konuşma yapacağınızdan? Benim de haberim yoktu ki öyle bir konuşma yapacağımdan. O an mı geldi? O an. Konuşuyordum ve gözümün önünde sadece iki kare vardı: Selim Sadak’ın evinin kırılmış kapısı ve Necdet Atalay’ın ayrılırken çocuklarına sarılışı. Sonra birden film şeridi gibi gözümün önünden Selim Sadak’ın arabaya bindirilişi yerine Orhan Doğan’ın arabaya bindirilişi geçti. Arada hiçbir fark yoktu, 1994-2009, hiçbir farkları yoktu. Onlar gözümün önüne geldiği anda ve bizden keklik olmamızın istendiğini düşündükçe konuşma da sertleşti, ancak niye bu kadar kıyamet koptu ben size söyleyeyim: Ben bir köylüyüm, topraktan geliyorum. Kır toplumunda kabul etseniz de etmeseniz de ağa-maraba ilişkisi vardır. Ağa her zaman marabaya “defol”u çeker, hatta bazen tokatlar. Bu son derece doğaldır. Ama maraba ağaya bir şey söyleyemez. İlk defa bir maraba ağaya dedi ki “Ağam sen defol git.” Esas tepki bundandır. Esas kıyamet bundan koptu. Demokrasiyse, eşitsek, senin bana defol demeye hakkın varsa, benim de sana söylemeye hakkım var. Umarım ne demek istiyor olduğum anlaşılır. Ama yine de insanlar hâlâ sizden “Pişman oldum, özür dilerim” demenizi bekliyor; demeyecek misiniz? Vallah özür dilemeyeceğim, billah özür dilemeyeceğim, tillah özür dilemeyeceğim. Niyesini söyleyeyim. Hoş değildi söylediğim. Hakikaten değildi ve asla benim üslubum olmayacak. Ama yaşadıklarımın ve bunların hep bize reva görülmesinin tepkisiydi. Bunun TCK 301’de karşılığı var. Karşılığına da hazırım. Gider paşa paşa yatarım, hiç sorun değil. Kaldı ki bence artık siyasetçiler yan çizmemeli. Bir şey söylemişsen artık adam akıllı arkasında durmalı. Söylediğin tepki görmüştür, hoş değildir, ama söylemişsen de arkasında dur. Peki o laf öyle çıktı; “meşe dalı” nasıl çıktı? (Yüzü birden kıpkırmızı oluyor Baydemir’in. Bir süre gülümsüyor ve Kürtçe “Allahım bana güç ver” manasında bir şey mırıldanıp, öyle devam ediyor) Onun da çıkışı şöyle oldu: Tam o sırada sine-i millet tartışmaları var. O tartışmada başından beri benim yaklaşımım sine-i millete değil, sine-i Meclis’e dönülmesi yönünde. Çok şükür aklı selim galip geldi. Meşe dalı nasıl çıktı? Veya İmralı’dan haber geldi diyelim... En azından sağduyu galip geldi ve parlamento grubumuz tekrar sine-i Meclis dedi. Açıkçası onun sevincini yaşıyoruz ve saat 13 gibi ben bir konuşma yapıyorum. Diyorum ki “Meşe ağacının bütün dalları bütün Türkiye’yi kucaklayacak, onun gölgesinden hepimiz istifade edeceğiz. Türkiye partisi olacağız. Partimiz kapatıldı, ama dünyanın sonu değildir demokratik, legal, sivil siyasete devam edeceğiz.” Bunu söylememden 15 saat sonra, sabaha karşı 4’te evler basılmaya başlandı. Allah aşkına biz bir kapatılmış partiden karmaşa, kaos olmasın diye, sokak refleksini ortaya koymadan alelacele yeni bir partiye geçiyoruz, 24 saat geçmeden belediye başkanlarını topluyorlar. Hakikaten bekleyemezler miydi? Bu insanlar çağrılamaz mıydı? “Gelin, bu soruşturmayı yürütüyoruz, ne düşünüyorsunuz bu konuda” denilemez miydi? Bu şekilde bir operasyon niye yapıldı, bu kimin aklıdır? AKP’nin aklı mı sizce? Bu bana göre yeni devlet anlayışının aklıdır. Ancak ne yazık ki devletin aklı yanlış kalemlerle çiziliyor. Bu akılla sorun çözülseydi zaten 30 yıldır çözülürdü.

internet haber
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol